Cuma, Aralık 29, 2006

2007

Ve gelmis sene 2007.
1990 yilina girdigimizde, okulda bir türlü elimin 90 yazmaya alismayisini, yanlislikla defterin üstüne 198. diye yazmaya baslayip, tekrar karaladigimi hatirliyorum.

Yilbasi gecesi calisacagim ben. En iyisi olacak. Hic bir aktiviteye dahil olup, cok mutluyum, heyecanliyim, costum costum diye ortalarda dolanasim yok bu sene. Yeni yil havasina da niyeyse giremiyorum bir türlü. En iyisi calismak.

11 ocak gecesi Istanbul`a gidecegim, 12 günlügüne. Belki de bu plandan dolayi, odaklandigim, esas hedefim bu oldugu icin, yeni yil sadece asilmasi, gecilmesi gereken zaman engellerinden birinin, bir günün adi.

Aslinda öyle zor oluyor ki bu gidip gelmeler. Döndükten sonra kendine gelmeler.

Milli Piyango bileti aldirdim kendim icin S.ye. Hayatinda ilk defa bilet aldi. Tembihlerim üstüne, biletleri secerken, icinden "lütfen TT`ye ciksin" demeyi de ihmal etmemis. (Tam bunlari yazarken, bir arkadasim da bir yandan, bu bilet hikayesinin ona hatirlattigi Nazli Eray`in bir hikayesini anlatiyor bana)

2007 güzel olacak diye bir his var icimde. Hayir, biletlerden bir umudum yok. Onlara güvendigimden degil. Ama bir rahatlama olacak, su aylardir akan sularin artik yatagini bulacagi bir dönem olacak gibi.

Hepinizin yeni yili kutlu olsun. Huzur olsun, saglik olsun, bol kazanc olsun.

Çarşamba, Aralık 27, 2006

Pazartesi, Aralık 25, 2006

Polis geliyor!

Polis aslinda komik bir kelime. Sekli, sesi falan. Ama ben korkarim. Hele de Alman polisinden. Onlari görüp de korkmayan azdir bence. Ama sokakta arabalariyla ya da kocaman atlariyla, gülümseyerek gezenlerden degil. Tam is üstünde olduklari zaman cok korkuyorum ben Alman polisinden. Kalbim hizlica carpiyor, hafif elim titriyor. Gözgöze gelmemek icin belirgin bir caba sarfediyorum.

Dün gece, eskiden her haftasonu, son aylardaysa arada bir calistigim barda calistim yine. Gece saat 02.00 gibi üc polis belirdi kapida. Ücü de tek kaliptan cikmis gibiydi, uzun, sari, cevik ve sert bakisli. Iste tam bunlar, benim dedigim korkunc Alman polisleri.

Barda calisan genc bir cocuk var. Onu masada otururken gördüm bir ara. Aslinda calismasi, barda durmasi gerekiyordu. Patronlarin, polisleri disari dogru cekip, ne oldugunu anlamaya calistiklari sirada gözgöze geldim onunla. Gözüyle elindeki sigarasini gösterip, sigara molasi veriyorum demek istedi. Ama hic öyle degildi, gözlerinden ve oturusundan o kadar belliydi ki; cok korkuyordu. O, kacak yasiyor Almanya`da.
Aylar önce ona cesitli cözüm yollari önerdigimde, alaysi bir sekilde suratima bakip, "aa ben bunlari hic düsünmemistim!" demisti.
Bakislari cok fenaydi. O duygu nasil ifade edilir bilemem ben. Icim cok acidi onun icin. Bir insan icin. Bu dünya icin. Bu haritalar icin. Bu göcmeler icin. Bu baska dünyalar sevdasi icin.
Zaten bu sikintisini hep üstünde tasiyan biri o. Tam olarak kendisini gevsetip, birakmayan, sürekli tetikte olup, sürekli aklinin bir yaninda bu dert varmis gibi yasayan biri. Annesini 8 yildir görmedigini ve cok özledigini söylemisti bir defa bana. Ben de annemin kuzusuydum derdi bir de, gevezeliklerimle onu gicik etmeye calisinca.
Cok istiyorum bir insanin o halini, gerisinde onlarca yüzlerce duygu barindiran o halini tasvir edebilmeyi. Onun, o masada oturup da, buhar olmak isteyen halini. Ama bunu beceremem ben.

Pazar, Aralık 24, 2006

pazar yazisi

Fotograf sevdalilarinin oldugu bir foruma derdimi yazdim. Elime alacagimi bilmenin bile heyecan verdigi bir Leica marka fotograf makinasi mi (hatta almaya gücümün yetmesinin imkansiz oldugu bir modelinin fotografini gögsüme bastirip sevdim:) yoksa Canon mu alsam diye. Sagolsun bir kac kisi beni iyi aydinlatti. Sekilci olma, karizma pesinden kosma, hem bu yeni Leica`lar artik senin bildigin gibi degil diye. Kararimi vermeye yaklastim gibi.

Bugün pazar. Ben tam asosyal olmusum. Hic bir sey yaptigim yok. Evde tek basima tv, bilgisayar, film ve kitaplarla oyalanma disinda. Bunlara bir de dikis nakis katma evresindeyim. Ama sosyallesip, insan icine girme yok. Ne bileyim bunu istiyor muyum? Elbette istiyorum ama burada da o keyif alacagim cevre ve ortami bulmam cok zor, ki ben bunu coktan anlamistim. Belki de ondan böyle sakinlesmem. Telassiz olusum. Türkiye`de iken vakit bosa geciyor, cikalim disari, sunu yapalim bunu yapalim telasim yok burada. Haftasonu bos gecti diye sikintilara girmeler falan. Buradaki sayili arkadaslarimin seyrek de olsa bir seyler yapma tekliflerini geri ceviriyorum genelde. Cünkü neseli olamiyorum onlarlayken.
Neyse, ben teyzeme gideyim.

Cuma, Aralık 22, 2006

ben yarime neler neler alayim?

Iyi bir digital fotograf makinesi almaya karar verdim. bugün iki büyük magazaya baktim, karsilastirmalar, incelemeler yaptim. Notlar aldim. Geldim eve internetten tekrar arastirdim, test sonuclari falani filani. Ama karar veremedim halen. Anlamam ki ben. Yarin belki yine gider, saticinin ellerine birakirim kendimi. Acele etmek de istemiyorum ama aylardir alma niyetimi artik gerceklestirmek, yeni oyuncagimla oynamaya baslamak istiyorum hemen. Tabiki cok profesyonel bir model almayacagim ama bir yandan da aklimdan geciyor, almisken oldukca iyisini al diye. Sonra diyorum ki; beni ezebilir o makine zamanla. "-Aldin beni, masallah, neler cektin neler! "der, dillenir diye korkuyorum.
Önerisi olan var mi?

Fotograf: A. Rodchenko

Perşembe, Aralık 21, 2006

Asli`ya

Iyi dinlenmeler Asli. Teyzen teyfik senin yazilarini özleyecek. Belki Rukis`i de özler :) Bu sarki da senin icin. Orhan Gencebay - Kaderimin Oyunu

Çarşamba, Aralık 20, 2006

Ac karinla is

Is yerindeyim simdi. 11 de geldim, 3-4 saat calisip, cikacagim. Hava cok soguk disarida. Ellerim dondu sabah gelirken. Evde, biryerlerden buldugumuz bere, sac bandi karisimi bir sey vardi. Onu taktim kulaklarima gelirken. Cok sicak tutuyor, polar kumastan. En güzel yani, sac bandi gibi ama iki ucu birlesmemis durumda, bilhakis cit citli (cit cit degil de, hani cocuk spor ayakkabilarinda olur ya, adi nedir onun?). Sacinizi bozmadan kafanizin üstüne güzelce yerlestirip, enseden tutturuyorsunuz. Basit bisey ama cok kullanisli bence.
Karnim ac yine. Eve gidip, köfteli, patatesli, salcali bir yemek yapmayi planliyorum. yanina da pirinc pilavi. En sevdigim pilav.
Dün istanbulda ufak sarsintilar olmus. Duydugumda cok endiselendim.
Kirmizi rujumu kaybetmisim galiba, bulamadim günlerdir. S. bana daginik dedi.
Bir defasinda bir yazi yazmistim buraya. Önce ona okuttum. Bana "sana Ayse Arman`lik bulasmis" dedi. Cok utandim, kaldirdim hemen yaziyi. Öyleydi ama. Oldukca simarikcaydi.

Pazar, Aralık 17, 2006

Anti kahramanim benim

Dün gece evde tektim yine. Hotel Ruanda yi izledim. Kimseye önermiyorum. Izlemesin kimse. Insanoglunun ne assagilik oldugunu, sirf bu cinsten oldugumuz icin bile sabah aksam kirbac yemeyi hakettigimizi kabul etmeyen kimse izlemesin diyeyim ya da. su gazeteleri günlerce mesgul eden 17 aylik bebek olayini duydugumda da bunu hissetmistim. hepimiz kötüyüz. ne sadece annesi, ne diger adamlar, ne de baskasi suclu. insanin gercegi bu. bunu yapan bir insan.

Tanpinar`in Mahur Beste sini okuyorum. Kütüphaneden aldim. Bu kütüphaneye türkce kitaplari kim seciyor bilmiyorum ama bazen cok iyi kitaplar geliyor. Mesela halen ara ara göz atmaktan zevk aldigim, hatta kahkahalar attigim ve siddetle baskalarina tavsiye ettigim ya da hediye ettigim John Kennedy Toole `un Aliklar Birligi kitabini da buranin kütüphanesinde görmüstüm epey zaman önce. Yazarinin intihar etmeyip de bir baska kitap daha yazmis olmasi ve onun elinden baska bir kitabi daha okuyabilmek icin, bu sabah aksam kirbac yemesi gereken insanlarin ömründen biraz eksilmesine hic bisey demezdim.
Ignatius... bir dönem Goretta` nin La Dantelliere (Dantelci Kiz) filmi beni cok etkilemisti. Sonra Bartleby` i hediye etti birisi bana, benim yillar sonra Aliklar Birligi ni hediye ettigim bir hocam. Hep aklimdaydi Bartleby, hayrandim ona. Kedimin adini da Bartleby koymustum. Ama ben kisaca leby derdim. Ince Memed cikti sonra karsima. tüm seriyi 2 haftada bitirdim. Ona biraz asik olmustum. Bir erkek gibiydi o, hayali bir kahramandan cok, ete kemige bürünmüs bir erkek gibi. Onun gibi biri ciksin, alsin beni daga cikarsin diye bekledim. Ki halen icimde bir yerlerde öyle bir erkek hayranligi vardir. yola gider yol yakisir, ata biner at yakisir cinsinde...:) En son Ignatius u buldum iste. Anti kahramanim benim, Ignatius Reilly.

Çarşamba, Aralık 13, 2006

Daha cok erken/gec

Bu sabah gün daha agarmadan ilk kahvemi ictim. Biri italyan digeri türkiyeli/kürt iki kadinla birlikte. Ikisi de her sabah o saatlerde (03.30) uyaniyor. Önce benimle kahve ictikleri radyo binasina gelip, bir kac saat temizlik yapiyorlar ve ardindan esas 8 saatlik islerine gidiyorlar. Ikisinin de gözleri cok yorgundu. Yüzleri, uykuyu alamamanin verdigi bir siskinlikteydi. Birbirleriyle almanca konustular. Ikisinin de almancasi cok kötüydü. Calismak istemeyen koca, kiymet bilmeyen cocuklar ve davetsiz gelen misafirler. Ikisi de bu ücünden cok cekiyormus.

O radyo binasini, birkac saatligine de olsa ele gecirebilirler isteseler.

Pazar, Aralık 10, 2006

Gecen haftadan notlar

Dondurmam Gaymak filmini izledim gecen hafta. Eglenceli bir filmdi ama beni etkiledigini söyleyemem. Hafizamda yer kaplayip zaman zaman aklima gelecek bir film degil. Eglenceli ve sicak bir filmdi.
Bu film icin cok sey duymus ve okumustum ama bende esas ön yargiyi olusturan filmi görmeden önce yönetmeni tv de görmemdi. O an farketmistim, bu adamin yönettigi bir filmse, kesin beni cok da etkilemeyecek diye. Cok kisa bir konusmasini dinlememe ragmen neden böyle düsündügümün sebepleri cok uzun.

Bu filmden sonra sürekli olarak Karpuz Kabugundan Gemiler Yapmak filmi geldi durdu aklima. Ne güzel filmdi o. Önümüzdeki günlerde tekrar izleyecegim.

Yine gecen hafta teyzemle Noel kurabiyesi yaptim bol bol, cesit cesit. Dagitildi yine herkese. Ben henüz hic yemedim, benim payim teyzemde duruyor hala. bugün gidip alirim belki. Ben teyzem hevesleniyor diye, o da ben hevesleniyorum diye yapiyoruz galiba bu bayram bahanesiyle, tatlidir, börektir, kurabiyedir yapma isini.

Insanoglu ne ilginc. Aslinda insanoglu, insanogullari arasindayken cok ilginc.

Dün Fransa ya gittim. Besancon`a. Güzel sehir.

Çarşamba, Aralık 06, 2006

Rüya

Cok zaman önce, ben kücükken, boyum yasimdan kat kat kücükken, televizyonda bir kampanya reklami görmüstüm. Ipana dis macununun iki adet bos kutusunu bir zarfa koyup, bilmem ne Moda/Istanbul adresine gönderenler, cekilis sonucu "Pofuduk Terlik" kazanacakti. Aynen böyleydi terligin ismi , ben ilk defa duymusum bu ismi. Reklamin sonunda o terlikleri de gösteriyorlardi, renk renk, tüylü tüylü, hmmm, yumusaciklardi belli ki.

Benim gözüm döndü o terlikleri görünce. Neyine heveslendim bilmiyorum ama cok istedim onlari. Evde bir tane ipana kutusu (kagit kutusunu diyorum) buldum. Daha zaman da var cekilise. Ama öyle cok da yok. Bir tane eksik, para verip almak gibi bir fikrim hic yok. Aksamlari, annemler bizi yanina katip ya amcama ya teyzeme gezmeye gidiyorlar. Ben orada derdimi aciyorum ama onlarda da yok, bos ipana kutusu. Sikintisi cok sürdü, günlerce yatagimda care aradim. Ama kimse heyecanimi anlamadi. Ona sor , yok. buna sor, yok. Daha kime sorsam diye düsün. baska kimse de yok sorulacak. Ama öyle istiyorum ki o terlikleri.
Buldum bir zarf. Koydum benim günlerdir elimde dolasip, daha da ezik büzük olan bir tane ipana kutusunu icine, yazdim adresi, verdim postaya. Aklimca cinlik yapacagim. Aslinda hic cinlik degildi niyetim, tam tersi cok caresizlikti. Ama nerdee, anca rüyamda görürüm ben o terlikleri. Gördüm de. Mahalleye bir kamyon geliyor. Tika basa terlik dolu ici. yol alirken kamyon, pitir pitir dökülüyor bir yandan da terlikler yerlere. Hatta "Pofuduk Terlik" disinda cesit cesit, renk renk coraplar da var icinde.

Salı, Aralık 05, 2006

Bu son olsun

Kendimi marazli gibi hissedecegim simdi bunlari yazarken ama 3 gündür kesintisiz devam eden bir basagrisi cekmekteyim. Hele dün gece cok siddetli gecti. Sabah uyandigimda da hic degismemisti. Yataktan zorla cikip, eczaneye gittim ve güclü bir agri kesici istedim. Kadin migren icin olanlardan birini verdi. Simdi biraz daha iyi gibiyim. Ama lütfen migren olmasin bende :(

Perşembe, Kasım 30, 2006

Nesquik Nutellayi döver

Sabahlari cok susamis olarak uyaniyorum ama ac karinla su icmek de bazen midemi bulandiriyor. Eskiden, cok eskiden sabah uyanir uyanmaz ac karinla buz gibi bir kutu kola icmeye alistirmistim kendimi. Bir kac ay böyle devam etti ve beni nasil da güzel rahatlatiyordu o soguk kola. Ama sonra sonra, bu benim midemi oyar bee dedim ve kestim icmeyi. Simdilerde sabah susuzlugumu bir bardak bol nesquikli soguk süt ile gideriyorum. Zaten nesquik olmadan sütü de icemem. Kücükken de cok süt icirmemisler bana. Bir defasinda disci dislerime bakip da, cok saglikli olmadiklarini görünce, baban malzemeden calmis demisti, aynen de öyle olmus.

Halen uyku problemim devam etmekte. Son bir haftadir sürekli uyanip duruyorum geceleri ve uyanir uyanmaz cin gibiyim. Gözlerim daha da yorgun bu yüzden. Gecen gün gözlerim icin bir sprey aldim. Göz kurulugunu önleyip, kasinmayi giderip, gözü rahatlatiyormus. Iki gündür kullaniyordum, ilk baslarda yakiyordu gözümü ama iyi geldi gibi. Dün is yerinde staj yapan kücük arkadasin da gözleri cok yaniyordu, ona da verdim, o da sikti gözlerine ve iyi geldi dedi. Fakaaat, ben bugün bilincli kullanici olayim dedim ve su spreyin nasil kullanildigini okudum ve gördüm ki sprey gözün icine degil, gözü kapattiktan sonra üstüne sikilacakmis :) Ah ah ben bu kafayla.

Salı, Kasım 28, 2006

Bir alman

Carl von Ossietzky, Nazilere karsi direnisin sembolü.

1889 da Hamburg`da dogar ve 2 yasindayken babasini kaybeder, bir teyzesiyle yasamaya baslar. Okul hayati pek basarili degildir ve 1907 de Hamburg sulh mahkemesinde yardimci yazici olarak calismaya baslar. 1908 yilinda Alman Demokrasi ve Baris Birligine üye olur. 1911 yilinda "Özgür Halk" gazetesinde calismaya baslar ve 1926 dan itibaren "Weltbühne" dergisinin sef editörü olur ve orada yayinlanan yazilarindan dolayi defalarca yargilanir. 1931 yilinda gizli silahlanma ile ilgili yazdigi bir yazisi ülkesine ihanet ettigi gerekcesiyle 18 ay hapis cezasina carptirilir. Avukati disinda, Thomas Mann ve Albert Einstein`in cabalari da cezasinin iptal edilmesini saglayamaz. 22 Aralik 1932 de sartli tahliye edilir Ossietzky.

Tekrar Weltbühne`de yazmaya baslar, fakat 1933 de dergisi yasaklanacaktir. Arkadaslarinin yurt disina kacmasi yönündeki ögütlerini herzaman reddeder. 28 Subatdaki "Reichstag " kundaklamasinin ardindan gestapolar tarafindan yakalanir ve toplama kampina gönderilir. Oldukca agir sartlar altinda yasamak ve gördügü fiziksel baskidan dolayi defalarca hapishane arkadaslari tarafindan hayata döndürülen Ossietzky`e 1936 yilinda tüberküloz teshisi konulur. Ve ayni yilin kasim ayinda aciklanan nobel baris ödülü Ossietzky`nindir. Adolf Hitler ödülü almak icin Oslo`ya gitmesine izin vermez ve tören onsuz gerceklesir. Nobel artik tüm almanlar icin yasaklanmis, onun yerine hitler baska bir ödül koymustur.

4 mayis 1938 de agir kosullarda yasamak ve tüberkülozdan dolayi hayatini kaybeder Ossietzky. kasitli olarak tüberküloz bulastirilmis olacagi ise herzaman bir süphe olarak kalmistir.

Simdi Ossietzky`nin adina okullar, üniversiteler ve ödüller var Almanya da. Oswald Andrea`nin yazdigi ve daha sonra sarkilastirilan bir siir var, "Mahkum No: 562" bu Ossietzky`nin yillarca gögsünde tasidigi numara. Siirin bir kismini asagida türkceye cevirdim. Sarkiyi dinledim, biraz cocuk sarkisi gibi, ki cocuklar icin yazilmis zaten.


Bir defa binin yarisi
ve bes defa düzine
ve iki defa bir
Cocuk, cocugum,
topla simdi bunlari.
ve buldun sayiyi
ki ben onu kastediyorum
.....

Bir numaraydi.
sadece bir numara.
bircogundan yalniz birisiydi.
Numaralar, okadar cok ki
insanlarin ceketlerinin üstünde.
iste ben onu kastediyorum

....

O, haksizliga karsi savasti
cocugum,
unutma bunu.
Uyanik ol, birseyler yap özgürlük icin.
yoksa bir hic,
bu kelime tek basina.

Cumartesi, Kasım 25, 2006

Iste pastam

Evet, bugün dogum günümdü. Öyle özel bir eglence ya da kutlama yapmadim. Sadece bir pasta hazirlayip teyzeme gittim. Diger teyzem, dayilarim, kuzenlerimin hepsi oradaydi ve cok iyi oldu bu. O koca pastayi keyifle yiyecek cocuklar vardi en azindan. herkes pastayi cok begendi. Dün geceden beri nasil bir pasta yapsam diye arastirip durdum ve sonunda tamamen uydurma bisey cikardim ortaya. Ama mutlaka ki gezdigim yerlerden farkinda olmasam da birseyler eklemisimdir. Internette pasta tarifi yazan tüm sayfalara tesekkürler :)

Sabah uyanir uyanmaz ablamin hediyelerini gördüm. Cok güzellerdi. O ciceklerin üstündeki sirin iki figür de onun hediyelerinden biri. Pasta icin malzeme alisverisi yapip eve geldigimde kapi caldi. Kapida elinde cicekle bir kadin vardi. Sevgilim bana cicek göndermis! Hic beklemiyordum. Taa oralardan... Cook mutlu oldum. Ama esas ilginc hediyem teyzemlerin aldigiydi. 12 kisilik catal bicak takimi!!! Gecen haftasonu, teyzemlere, annemle konusmamizi ve annemin bana, artik ceyizini hazirla seni bu yaz evlendirecegim dedigini anlatip gülmüstüm. E annemin kardesleri de ayni kafadaymis, aldiklari hediyeye bakilirsa :) Ama cok begendim takimi. Ayrica kuzu kuzu annemin sözüne de gelmisim galiba ki, alma gibi bir planim vardi biraz bulanik da olsa. Gerci yok daha, yok yok, hic bir söze gelmedim. Bakalim, dursun onlar... lazim olurlar elbet.

Cuma, Kasım 24, 2006

Anneee, yemeden yana hic sorunum yok!

Keyfimiz yok, yapacak isimiz cok ama masallah yemeden yana sikintimiz yok. Istahim yine iyi acildi bu siralar. Eve girer girmez yapmak istedigim ilk is yemek hazirlamak ve doyasiya yemek. Yapmam gereken esas isleri yapmamam icin iyi oyaliyor nasil olsa beni bu mutfak isleri. Fotograftaki de gecen gün yaptigim acem pilavi. Lezzeti oldukca güzeldi. Yaparim ben bunu ara ara artik.

Yarin, cumartesi benim dogumgünüm. Kendi pastami yapmak istiyorum. Teyzem sagolsun bana iki hafta önce, tarihi karistirip bir dogumgünü pastasi almisti. E bir daha da bekleyemem sanirim kadindan. Siteleri karistiriyorum simdi, ne yapabilirim diye. Henüz karar veremedim. Söyle satafatli süslü bir sey olsun istiyorum. Eger güzel olursa fotografini koyarim pastanin.

Yumurta Festivali

Dün aksam kentimizdeki film festivalini ziyaret ettik. gecenlerde tesadüfen yolda rastladigim, eski almanca partnerim Markus`la. Festivalde bir de Türk filmi yarisiyor, Reha Erdem`in Bes Vakit`i. Hatta bizim film baslamadan, Bes Vakit`in gösterimi varmis ve biz salona girerken film hakkinda konusma yapiliyordu. Alman sunucu, Nuri Bilge Ceylan`in Uzak filmi ile ilgili biseyler soruyor, anlatiyordu. Bir de türk konusmaci vardi, galiba oyunca falandi. taniyamadim.

Ben istemeye istemeye, Markus`a söz vermis oldugumdan dolayi gittim sinemaya. Bu siralar cok ciddi bir sekilde yapmam gerekenler var. Sallamadan, savsaklamadan. Iste bu sebepledir ki, kolumu bile kipirdatma istegim yok. Cocukken sofrayi kurmam gerektiginde, karnima bir agri girmesi ve o sebepten kanepede kivranmam gibi bir sey. Yani karnim gercekten mi agriyor yoksa sofra kurma isiyle ugrasmak istemedigimden ben mi uyduruyorum bunu bilemiyorum. Ama bildigim, ben böyle durdukca, yapmam gerekenler daha da birikiyor ve yumurta cok fena yaklasti.

Çarşamba, Kasım 22, 2006

Okul Meselesi

Iki gündür yine bu okul islerine gömüldüm. Gömüldükce de kafam iyice karisti ve icinden cikamaz oldum. Istedigim master programlari ta ülkenin bilmem neresinde ya da oraya girmem icin yüklü bir paraya sahip olmam gerekiyor. Ya da öyle bir dosya istiyor ki benden, benim hic sahip olamadigim cinsten. Ve bu arastirma süreci beni tam bir sapsal yapti. Kendimi mesleki anlamda cok eksik, beceriksiz, hic bir pariltisi olmayan biri gibi hissediyorum. Neredeyse bazilarina basvurmaya cekinir bile oldum. Kendini yetersiz hissetmek ne kötü bisey. Bunu öyle bunaldim falan diye hissetmiyorum. Eksiklerimi cok net gördügümden. belki bir önceki yazimdaki Halit Ayarci gibi baksaydim duruma farkli olurdu. Ama burasi avrupa zaten. Halit Ayarci mantigini burada kimseye yutturamama ihtimalim de yüksek.

Pazar, Kasım 19, 2006

Halit Ayarci

Gectigimiz günlerde Ahmet Hamdi Tanpinar`in "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nü okudum. Tanpinar`la bu kadar gec tanisan her türk vatandasinin yasayabilecegi saskinligi yasadim. Gercekten hic beklemiyordum böyle bir kitap. Tanpinar`i cok sik duyuyordum, okuma zevkine ve bilgisine güvendigim bazi kisilerden. Özellikle S. onunla ilgili bir makale yazmak istedigini söylüyordu onceleri (halen öyle bir plani var sanirim). Yakin günlerde, Orhan Pamuk`un Nobel ödülü almasiyla ilgili yorumlarda da adina cok defa rastlamistim Tanpinar`in.
Tanpinar`i okuyunca sanki Orhan Pamuk, Oguz Atay gibi sevdigim yazarlarin kitaplarindaki bazi taslar daha net oturdu yerine. (bu arada bir de Henry Miller`i hatirlatti bana Tanpinar-bunun sebebini tam cözemedim ama S. bana aciklar belki.)

Bir ülkenin her alandaki tarihinin izlerini günlük yasantida görebiliyor insan. Mimarlik tarihinin, edebiyat tarihinin, müzik tarihinin... Strassburg` a gittigimizde özellik bunu cok hissetmistim. O kentte dogan bir cocuk olmak, o sokaklardan gecerek okula gitmek, o kanalin kenarinda ilk defa asik oldugunu hissetmek ya da o binalara bakarak hayal kurmak... eminim arti on puanla hayata baslamak gibi bir sey. Ince bir estetik zevkiyle donatilmis bir kentin cocugu olmak.

Ben ne öyle bir kültürden ne de öyle bir aile egitiminden geliyorum. Yaptigim her seyde de bu incelikten yoksunlugum ve bastan savmaligim hissedilir. Bu elbette ki yaptigin seye inanmakla da alakali ama hem özen eksikligi hem de daha mükemmelini yapmak istemek... ikisi de birbirinin zitti fikirler. Tam da cagimin hastalikli genclerinden birisiyim galiba.

Tanpinar`in kitabinda, Halit Ayarci ile Hayri Irdal arasinda gecen asagida yazacagim dialog oldukca acikca gösteriyor sanki, bu birbirine zit iki duyguyu.


...

Halit Ayarci yine cok terbiyeli bir sekilde esnedi:
-Yine ayni mesele... dedi. Daha dogrusu hep ayni mesele! Aziz dostum, siz sifa kabul etmez bir gayri memnunsunuz... Bu islerde bilmek ikinci derecede kalir. Yapmak vardir, sadece yapmak!..

Sonra kendi kendine konusur gibi ilave etti:
-Bilgi bizi geciktirir. Zaten ne sonu, ne de gayesi vardir. Mesele yapmak ve yaratmaktadir. Bilselerdi, bilselerdi... Fakat bilselerdi bunu yapamazlardi. Bu heyecana, bu icada, bu kendiliginden bulmaya erisemezlerdi. Bilgileri buna mani olurdu.

...


Bir yanda yaptigin ise inceligini, bilgini katmak gerektigini iddia eden biri, diger yanda bilginin seni yavaslattigina inanan biri.

Bir yanda da bu iki bakis acisina ayni bünyede sahip olan biri...

Çarşamba, Kasım 15, 2006

Dedem

Bizim köyümüzde bir tane ziyaret vardir. Kücükken her yaz köye gittigimizde mutlaka oraya gider, niyaz olurduk. o zamanlar hafiften midem bulanarak kücük odanin icindeki mezar tasinin basindan bir parca toprak alir agzima atar ve üstündeki yesil örtüyü öpe öpe etrafinda döner, agzimda, annemin tembihledigi sekilde, ailemi, kardeslerimi koru, hepimize zihin acikligi ver diye duamsi biseyler mirildanirdim. En iyisi orada uyumakti büyüklerimize göre, eger orada uyursak bize zarar verecek tüm kötülüklerden kurtulacagimizi söylerdi büyüklerimiz. Hele bir de üstünde defalarca oturulmus, toprak ve ugrayan her insanin kokusu sinmis hali ve minderlerin üstünde uyumayi basarip üstüne rüya da görebilmissen cok sevinirlerdi. Bu, bizim o ziyaretin de korumasiyla büyük adam olacagimiz anlamina gelirdi. Ama hic uyumadim orada ben. Gerci annem halen "siz oranin (o ziyaretin) cocuklarisiniz, onun sayesinde böyle, basiniza bir is gelmeden okuyup adam oldunuz " der.

Eskiden babaannem de biz, kücük torunlarini yanina alip, alakasiz zamanlarda, sebebini hic anlamadigim ziyaretler yaptirirdi bize oraya dogru. Aslinda hic de yakin degildir orasi bizim köydeki evimize ama biz neyse de babaannem o yasli haliyle oralara kadar nasil yürürdü simdi anlamakta zorluk cekiyorum.

Simdi babaannemin de dedemin de mezari o ziyaretin yanindaki mezarlikta. Halen arada bir birinin adagi ya da kurbani icin oraya gittigimizde, babaannemin hayattayken anneme cektirdigi tarifsiz iskencelerden dolayi pek de sicak olmayan duygularla yöneliriz onlarin mezarlarina dogru. Babaannem gercekten kötü bir kadindi. Hatta okadar kötüydü ki, ben ona benziyorum diye annem bile bana bu benim bir sucummus gibi yaklasmistir cogu zaman. Eminim bunu istemeden elinde olmadan yapmistir annem ama daha cok kücük bir kizken aglayarak anneme "neneme benziyorum diye beni sevmiyorsun biliyorum" dedigimi hatirliyorum. Hem de cok benziyormusum ona. Yine gectigimiz yillarda o ziyaretin bahcesinde cok yasli bir dede(babaannemin yasiti) beni görüp, aglamisti, ayni nenesi bu diye. Sanirim adami bir 50 yil öncesine götürdüm. Bu yaz da halam beni görünce agladi, sanki annemi gördüm dedi.

Ama benim dedem cok tatli bir dedeydi. Babaannemin kötü anisini unutmak icin onu da istemeden ailecek hafizamizdan biraz sildik belki. Ama o cok tatli bir dedeydi. Cok az sey hatirliyorum ona ait. En net hatirladigim ani, onu kel kafasindan gülerek öptügüm ve onun da bu hareketime cok gülüp beni öpüp, sevdigi. Babaanneme benzedigim icin beni cok sevdigini söylerler. Bir de dedem cok güzel kokardi. Ot kokardi, toprak kokardi, tütün kokardi ama hepsi de cok güzel kokardi onda. Kokusunu da cok net hatirliyorum. Bazen babam ya da amcam köyde, bahceden döndüklerinde biraz onun gibi kokarlar ama tam da öyle degil. Dün gece yine uyumak icin cirpinirken aklima dedem geldi. Meger onu ne kadar seyrek hatirliyormusum ben. Uyaninca onun sevdigi bir yemekten yapip, onun niyetine birilerine ikram edip yedireyim dedim. Ama bilmiyorum ki dedem ne severdi. Tek bildigim dedem suyu cok severdi. Hep beni cesmeye gönderirdi. hem de suyu daha güzel diye eve uzak olanina. O zamanlar ki yasima uygun, minicik bir kova alir elime, suya giderdim. Dedem bir tas su icer sonra da "aman da kizimin suyu ne güzelmis, icine seker katmis bunun" derdi. Ben de bir sonraki sefere daha bir hevesle giderdim cesmeye.

Salı, Kasım 14, 2006

Heidelberg

Gectigimiz pazar cok spontan bir Heidelberg gezisi yaptim. Aslinda pazar günü, yasadigim kente 2 haftaligina gelen sirke gitmekti planim ama bu plani önceden sundugum hic kimsede pazar gününe kadar heyecan ve heves kalmadi. Bizi sirk izlemekten bunalttigi icin tüm suc TRT`deymis!. Bu, iki gün icinde heves kaybi yasayip, pazar aktivitemizi hic planda olmayan Heidelberg gezisine ceviren bir arkadasimin savunmasi. E pek de haksiz degil. Ben de sanirim kendimi biraz zorlama bir heyecana kaptirmistim ki, bu istegimde israrci olamadim. Elbette sirk delisi falan degilim hatta görmesem aklima bile gelmez (öyle kocaman bir cadirlari var ki, her sabah ise giderken görüyorum) ama yine de bu tarz performanslari, firsatini bulunca canli izlemenin cok degisik bir deneyim olacagini düsünüyorum.

Ögleden sonra üc gibi Heidelberg`deydik. Elbetteki cok güzel, hatta hava kararirken, eski köprünün tam ortasinda durup, bir o tarafa bir bu tarafa bakarak sehri degisik acilardan izlemek, acaba nehrin kenarindaki hangi ev benim olsa diye hayal kurmak bile büyüleyici ama hepsinden önemlisi, ben bu geziyle birlikte canimi oldukca sikan iki problemimle tekrar yüzyüze geldim.

1. Yol yordam bilememek, bilsem de yola yordama girememek!
Daha önce bir kac defa gitmis olmama ragmen, degil herhangi belirgin bir yeri, sehrin merkezini bile bulamadim. Birlikte gittigim arkadasim daha önce hic gitmemisti Heidelberg`e ve kendiliginden, yolumuzu bulma isi benim basima kalmis gibiydi. Aslinda ben kendi kendime böyle bir kasilmaya girdim ve cok kasildim, hatta bir ara ter bile basti beni. Cünkü kendimi tam bir salak gibi hissettim. Bu duyguyu aslinda ben cok sik hissederim. Ama her seferinde de böyle canim sikilir. Bahsettigim, arkadasimin gözünde salak durumuna düsmek falan hic degil, tam tersi, kendi kendimi salak bulmak. Sonuc olarak; sans eseri ilk olarak tepedeki Saraya ciktik ve oradan kenti cok rahat görebildigimiz icin güzelce bir yer tespiti yaptik :)

2. Ne yemek yiyebiliriz? ama ben onu yemem, ben bunu yemem!!!
Bu da arada basima gelen bir dert. Su memleketin yemeklerini yiyemiyorum ben! En basit seylerine bile alisamadim halen. Et yemeklerini hele asla yiyemiyorum. Soslarindan nefret ediyorum. Hatta kokularina bile dayanamiyorum. Bu ikinci salakligim yüzünden (kesinlikle cok sacma bisey ya, bu sorunumu en kisa sürede cözmem lazim) güzelim Heidelberg aksamini ayni caddede bir kac defa turlayip benim de yemek yiyebilecegim bir yer arayarak, cok hos restaurantlarin önünden boynumu büküp gecerek ve sonunda bir dönerciye oturarak bitirdim. Ne hos degil mi? onca güzel secenek icinden ben Pide yemeyi sectim. :(

Not: bir sonraki gezimizde yanima icini evde pisirdigim mis gibi yemeklerle doldurdugum sefer tasi almaya karar verdim :)

Cuma, Kasım 10, 2006

Dance with me

cuma aksami bugün. evde tek basimayim ben. bunun yerine yapabilecegim aktiviteler ise sunlardi ;
1-korodan arkadaslarin düzenledigi cigköfte partisine katilmak
2-uzun zamandir görmedigim ve aramadigim icin her seferinde sitem yedigim bir arkadasimi arayip, onunla görüsmek
3-teyzeme gitmek

birinci secenek, aklim biraz cigköfteye gitse de hemen elendi. ikincisi icin enerjim yoktu. ücüncüsünü nasil olsa haftasonu en az iki defa gerceklestirecegimden bugün bari gitmeyeyim de sonra gittigimde kiymetim olsun dedim.

En asagida linkini verdigim sarki ve ondan da cok oradaki 3 gencin dansi cok hosuma gidiyor son günlerde. ve bu yaziyi yazmaya baslamadan önce biraz calisma yaptim. actim görüntüyü. bir de kamerayi koydum karsima. ekranin bir yaninda onlar bir yaninda da ben görünüyorum. tabiki onlari taklit edecegim diye cirpinmaktan kendime pek bakamadim ama cok da zor degil yaptiklari. fakat siz bunu dedigime bakmayin, hic beceremedim onlar gibi dans etmeyi. Ama ben kendimi biliyorum bu gibi alanlarda , dans ve müzik olaylarinda cok fazla pratige ihtiyacim var benim, diger insanlara göre. sesime ve vücuduma istedigim gibi hakim olabilme yetim malesef ki pek gelismemis. Bunun tam tersi olmasini ne kadar cok isterdim. Hele sesimin güzel olmasini!!! rüya gibi... sarki söylemek... simdi de söyleyebilirim, illa ki insanlarin hayran oldugu bir sese sahip olmak gerekmiyor biliyorum bunu ama ben duydugumu sevmiyorum. dedim ya hakim olup yönetemiyorum sesimi. (yukarda bir korodan arkadaslar lafi gecti, onun üstüne bunlar ne demek oluyor degil mi? oluyor valla, ses olmasa da oluyor. bir türlü kopamadigim koro macerami da anlatirim bir baska sefere)

Keske simdi evde bir iki kisi olsa da birlikte su dansi biraz daha calissak.


http://www.youtube.com/watch?v=VHa-fEpMkJ0&mode=related&search=

Cuma, Kasım 03, 2006

Yeter artik!!!

yeter artik, biktim calismaktan. haftasonlari dahil calismaktan, igrenc, cirkin seyler üretmekten. kendi yaptigim ise midemin bulanmasindan, aptal insanlarla muhatap olmak zorunda kalmaktan, onlara saygi duyuyormusum gibi görünmeye calismaktan.

Yeter artik ama... ben ne vakit duracagim? esas bundan biktim. düsünüp düsünüp bir cikis yolu bulamamaktan. offff :(

Salı, Ekim 31, 2006

Mevlam ayrilik vermesin gökte ucan kusa Leyla`m

sayfada degisiklikler yapmaya karar verdim. iki gündür renkleri falan deniyorum. bu defa hosuma gitti gibi. ama halen su tepeye istedigim bir imaji koymayi ve profilime fotograf eklemeyi beceremedim (help kismindan faydalanmaya calismama ragmen). Sonra linklere de biseyler eklemek istiyorum. ne bileyim en azindan ziyaret ettigim sayfalar falan. herkes öyle yapmis. hatta benim blogum da var baskasinin sayfasinda. Aslinda zaten tek bir kisinin blogundaki linklerin arasinda varim.:) olsun en azindan varim bir yerlerde.
Neyse ben calismaya devam edeyim.

Bu arada su fotografi anlatayim, unutuyordum (ay kendim bile inanmadim buna ya neyse:)
Benim sevgili patronumun sevgilisiyle arasi limoni son bir haftadir. Bu is aslinda anlatilmasi zevkli bir konu da, ben daha bugün söz verdim patronuma bunu kimseye anlatmayacagima dair. Zavallim sanirim bugün arayi biraz düzeltti sevgilisiyle ve o yüzden bana karsi niyeyse mahcup gibi bisey oldu ve bana anlattiklarinin aramizda kalmasini rica etti. Ben de e tabiki dedim, ablama bile anlatmadim hic biseyi dedim, ki deniz günden güne tüm gelismeleri büyük bir ilgive alakayla takip ediyor sagolsun, ihmal etmiyor.:) Ama sanki sey gibi oldu, hani birinden borc para isterken ki ruh hali, eger karsidaki borc vermeyi kabul ederse girilen ruh hali ve alinan borcun ödenme günü geldigindeki ruh hali. tam da bu ücü birbirine acayip zittir ya. zavalli adamda bugün alinan borcu öderkenki ruh hali vardi. aslinda bu ruh halleri kafamda cok net ama daha ayrintili tarif etmeye calisirsam sanki sevimsiz bir tablo cikacak ortaya ve yakismayacak gibi bu benzetme patronuma. ama iste öyle gibiydi deyip kapatayim ve ana mevzuya geceyim.

Bizimki bu limoniligi biraz daha kirmak icin cicek göndermeye karar verdi persembe günü. ben de onlarin arasi düzeldigi icin benim mevzudan dislanmama hic icerlemedigimi, hatta bunu fark bile etmedigimi hissettirmek icin, o cicek paketinin icine daha önce gördügüm kalp seklindeki, kirmizi kapli minik cikolatalardan da serpistirmesinin pek güzel olacagi fikrini ortaya attim. o da tuttu fikri ve almaya gitti. fakat bulamamis. ki ben buna hic inanmiyorum, eminim arastirmadi, cünküm bana güvendi. ve bu görevi de netekim bana verdi. is cikisi gidip aldim ve sansima acilip kapatilmasi hic zor olmayan ve geride iz birakmayan paketten bir deniz e bir de bana tattirdiktan sonra fotograflarini cektim.

Cuma, Ekim 27, 2006

Cocorosie

Burasi tam almanya oldu, yani herkesin kafasinda almanya denilince canlanan klise görüntüden oldu burasi. E kötü mü oldu? Hic de degil. Cok güzel oldu. Almanya benim aklimda hep koyu yesildir. Koyu yesil ve yanina da koyu kahverengi. Ve simdi her yer öyle. Yagmur yagdi. Gerci kac gündür yagiyor ama minik minik. Fakat bu sabah farkettim ki, bu günlerdir ara ara devam eden minik minik yagmurlar sonunda bir güzel islatmayi basarmis tüm kenti. Her yer islak... catilar, agaclar, kuru yapraklar... ve o sebepten yesiller daha koyu yesil, kahverengiler daha koyu kahverengi. Her yer almanya olmus yani.

Ve simdi tam bu havada, tam bu renklerde, eve kapanip (ama illa ki yalniz basiniza, yoksa biraz sonra anlatacagim sebeplerden dolayi tehlikeli olabilir) pencere kenarindan disariyi izleyerek Cocorosie dinlemek kadar keyif verici bisey olamaz. Keyif dediysem, öyle neselenmeyi falan kastetmiyorum. Kendibasiniza kalip, düsündüklerinize, aklinizdan gecenlere, bunlarin daha önce neden aklinizdan gecmedigine, ya da bunlar aklinizdan gecerken neden aklinizdan gecmeyenleri yaptiginiza sasarak, kendi kendinizle sohbet edebilmenin keyfinden bahsediyorum. Iste bu sebepten illa ki yalniz olmalisiniz. Hele es kaza yaninizda akraniniz bir karsi cins varsa, o ruh haliyle adama asik oldugunuzu sanmaniz, hatta bir kac kaynasma hareketi yapmaniz kacinilmaz olacaktir. Bu olayi daha sonra, sarhostum, kendimde degildim gibi bir savunmayla savusturmaya calisacaginiz icin simdiden uyariyorum. Gereksiz, lüzumsuz yani. yalniz olun!

Sonbahar bitmeden, bu havalar gecmeden, mutlaka deneyin!

Pazartesi, Ekim 23, 2006

Iyi Bayramlar!!!

Herkese mutlu ve huzurlu daha nice bayramlar diliyorum.

Gerci bizim burada pek bayram havasi yok, herzamanki gibi is güc telasindayiz. E tatil de yok tabiki... Sadece bayramin ilk günü bir kac telefon görüsmesi ve bir iki mesaj atmadan ibaret bizim bayramimiz. Tek bayram aktivitemiz bu. En cok da tatil olayini kiskandim ben Türkiyedekilerin. Ama biz de Noel de iyi tatil yapacagiz sankimmmm:)

Amaaaa... amaaaa, tüm bu alman caydirici politikasina karsin, teyzemle bir olup, tüm cumartesimizi harcamayi göze alarak bayram tatlisi actik biz. Hatta hizimizi alamayip yanina bir de manti actik...
Tekrar mutlu bayramlar.

Perşembe, Ekim 12, 2006

Tarihte bugün

Kluge und mutige Entscheidung
Die Zeit gazetesi haberi böyle duyurdu (akillica ve cesurca bir karar)


Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülünü aldi.
Cok gurur verici bir ödül bu, hem onun icin hem de onu seven biz okurlari icin.

Mutlu oldum..:)

Çarşamba, Ekim 11, 2006

'Müzakere süreci dar bir korse gibi'


Bugün türkiyeden aldigim korseyi takip geldim ise ve bu laf geldi aklima. Avusturyali (emin degilim) bir bakan mi ne söylemisti bunu. bizim memleketin süreciyle ilgili.

Benim burada tatli bir teyzem var. Ilk almanyaya geldigimde onun evinde 1 yil kadar yasamistim. Simdilerde kendi evim oldugu icin, genelde haftasonlari gidiyorum ona (bu arada gecen haftasonu cok güzel bir kek yaptim teyzeme, pek sever o böyle seyleri. Aslinda onun "böyle seyler" dedigim seylere bakisi pek karisiktir. Anlatabilmem icin coook düsünmem lazim üstüne. Ama denerim belki bir gün) Teyzeme gittigimizde genelde mutfakta masada otururuz. Benim sayili ictigim sigaralardan birisini yakarim onun mutfaginda. O da yakar bir tane. orada digerleri varsa onlarda yakar bir tane. Cünkü keyifli ama bir okadar da sürekli tekrarlanan bir sohbet baslar o masada. Hal hatir sorulur karsilikli, is yorgunlugumuz anlatilir, varsa agrilarimiz siralanir. Ikinci tema "Türkiyeden kimseyle konustunuz mu, haber var mi?" sorusuyla baslar. Sonra da sirayla anilir Türkiyedekiler. Teyzem iclenir bazen, "türkiyeye gidecegim, yetti artik 30 yildir bu calisma" der. Iki dakika sonra "Türkiye rezillik, bak bizimkilerin haline, orada yasanmaz, ne isim var orada, cocuklarim da dönmez zaten. Bu ay bilmem kime biraz harclik mi göndersem acaba?" der. Dedigim gibi, teyzem gider gelir kararlari arasinda.

Lafi uzattim yine. Böyle bir mutfak masasi sohbetinde teyzem bana "ileride cocuk falan dogurursan, dogumdan sonra belini güzel bir bezle siki siki sar, biz eskiden öyle yapardik, o yüzden hic karnimiz kalmadi o dogumlardan sonra" demisti. Tabiki teyzem bez derken ben bunu günümüz sartlarinda muadili olan korse olarak algiliyorum ve hemen tepemde bir isik yaniyor. Ben hep söylenirim belim kalin diye, ya niye bir korse almiyorum ben!!!

Ve aldim tabiki. Ama büyük :( Türkiyede kücük beden (34) beden icin bel korsesi(bu yazi boyunca sadece Bel Korsesinden bahsediyorum ben, diger korselerden degil) bulamadim, 38 aldim bende! E sabirsiz, hemen düsündügüm istedigim oldun, ne sekilde olursa olsun diye düsünürsem böyle olur. Hatta ilginci, ayni bedenden anneme de aldim. yani annemle ayni bedeniz.:)

Eskiden ne kadar yayginmis korse takmak, taa 1600 lerden beri var sanirim bu özel aksesuar. hatta kadinsi görünmenin en önemli aksesuari oymus sanirim. Gerci erkekler de takiyormus, ki eski resimlere baktigimizda bu anlasiliyor hemen vücutlarinin formundan. Ama simdi ya özel bir gecede, sik bir elbise altina kullanilir ya da bir fetis objesi. Ama söylemeliyim ki fetis objesi olacka kadar da var yani. Vücudu öyle bir forma sokuyor ki, bel incecik, gögüsler yukari dogru ve dolgun
.. yani bilmiyorum, hic fena degil:)

Ama cok saglikli degil sanirim bel korsesini uzun süre kullanmak. Ic organlarda rahatsizliga sebep olabiliyormus. Ama ben hayrani oldugum Betty Boop gibi olmak istiyorum yaaaaa...:)

Pazartesi, Ekim 09, 2006

Sen cok yasa, Ersun Hoca!!! :)

Ersun Yanal`in milli takimin basinda oldugu zamanlari hatirliyorum. Sinirim tepeme cikardi o zamanlar Ersun Yanal`la ilgili bos beyinlilerin yorumlarini tvlerde duydukca. Ve simdi ayni Ersun Hoca sampiyonluga kosuyormus!! Acaba nasil yorumlar(!) yapiyor simdi ayni bos beyinliler? Sevgilimin yanindan ayrildigimdan beri, pek spor programlarini izleyemiyordum ama artik tekrar ilgimi cekmeye basladi. Ne de olsa Ersun Hoca sahnelerde yine. :) Cok mutlu oldum ya!! Ben biliyordum o adamin farkli oldugunu. ilgilenenler icin radikal gazetesinde yayinlanan Ersun Yanal mülakatini tavsiye ederim. Ben hep iddia ediyordum ve sevgilim de bugün bu mülakatlari okuduktan sonra söyledi. Bu adam, sasilacak (Türkiye Futbol camiasindaki adamlardan beklenmeyecek kadar) akli basinda konusuyor diye.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=200959

Cumartesi, Ekim 07, 2006

internette iletisim cok zor


evet, internette iletisim cok zor. maalesef. hep bir seyler eksik kaliyor, konusurken, sohbet ederken. Mimik eksik diye düsünürdüm önceleri, fikrinizi söylerken yüzünüzde gezinen o mimikle, söylemedikleriniz de anlasilir cünkü. ya da söylediginiz, söylemek istediginiz daha dogru anlasilir, yanlis anlasilmaya daha az müsaittir, mimiklerle desteklenen bir söylem.

Ama yok, sadece bu degil eksik olan, tanimiyorsunuz ki kimseyi, görmeden dokunmadan, sesini duymadan, kendinizce tanidiginizi düsündügünüz ortak yönlerimiz var ne güzel diye heyecanlandiginiz, "etrafimda bunlardan yok ama bak dünyanin bir yerinde var iste" diye karsilastiginiza sevindiginiz insanlari aslinda hic tanimiyorsunuz. Bunu ilk farkettigi anda, aslinda onu ya da onlari hic tanimadigini farkettigi anda insan ayni cocuk gibi kacip, apartman boslugunda soguk merdivenlerde oturup tüm ev ahalisine küsmüs gibi oluyor. ben öyle oluyorum ya da. Ama mutlaka bir baska cocuk gelip, elindeki sekeri uzatip sizi disariya oyuna cagiriyor. Iste zaten hep bu ihtimal icin yasanamaz mi. Ve hep gerceklesir bu. Elinde seker olan bir baska cocuk gelir ve sizi o soguk apartman boslugundan cikarir.

Yukaridaki resim cok güzel. Van Gogh un kardesi Leo ya yazgidi mektuplari okuduktan sonra resimlerine cok daha farkli bakar oldum. Hic haketmedigi bir hayati yasamis bence o. Resimlerini her gördügümde icim tekrar burkuluyor.

Pazartesi, Ekim 02, 2006

cok durgun bir gündü

simdi niyeyse, günün bitmesine 2,5 saat kala bu günün böyle oldugunu hissettim. Durgun ama güzel bir gündü bugün. Hava yagmurluydu, " almanyadan ne beklenir ki?" diyebilirsiniz icinizden, ki ben de buna sinir oluyorum. Cünkü hic de öyle hic günes olmayan bir yer degil ki almanya. Galiba türkiyedeki arkadaslarimin "ya almanyada nasil yasiyorsun, igrenc bir yer orasi bence, dillleri berbat, hem hic günes dogmayan bir yerde yasanir miiiiiiii, ben hayatta yasayamam günessizzzzz (bööö!!!))" gibi laflarindan dolayi bu konuda yaram var benim. Ama bu bahar öyle sicak ve güzeldi ki almanyada. sevgilimin istanbulda soguktan kici donar da beni sayiklarken ben burada yaniyor, geceyi sevgilimden ayri gecirdigime sükrediyordum, düsünün yani nasil da sicak! son tatil dönüsümden beri bu, bende tam takinti oldu zaten, buradaki havaya bakiyorum sonra msn den türkiyedeki havayi soruyorum bir arkadasima ve her seferinde söyle rahat bir soluk aliyorum. Yok, utanacak bir durumda degiliz halen hava yarisinda diye. Neyse iste hava yagmurluydu bugün, ben 7,5 saat boyunca is yerinde masamin basindan, 1 defa tuvalete gitmek, iki defa cay almak, 3 -5 defa da diger arkadaslarin sorularina ve yardim taleplerine cevap vermek icin onlarin masasina gitmek disinda, hic kalkmadim aksama kadar. Ama ara ara dönüp arkamdaki pencereden baktim yagmurlu havaya, güzeldi. Ama eve geldim ve cok sikildim ya... simdi eskiden calistigim, mutfaginda mezeler hazirladigim bara, bir seyler icmeye gidiyorum, sanirim en dogru karari aldim, evde kös kös oturmaktansa. planim da söyle; bir votka lemon, iki tequila. ardindan cakirkeyf bir halde, mis gibi yagmurlu havada, islak kaldirimlarda, minik minik bacaklarimla yürüye yürüye gelir evime, zaten daginik olan yatagimin icine sivisir, süper bir uyku cekerim. ohhh.
yarin burada resmi tatil, herkes tatil yapacak, her yer kapali ama ben calisacagim! olsun... hic canim sikilmiyor buna. durmaktan sikiliyorum tam tersine bu siralar.

Salı, Eylül 26, 2006

Ben geldim.

yaklasik 6 haftalik bir türkiye tatilinden sonra gecen cuma evime dönmüs bulunmaktayim.