Perşembe, Mart 26, 2009

Bir zaman gül için zara düş oldum

Tramvay beklerken, ayni dili konusmadigimiz bazi gulumseyislerle belli oldu ve birimize kesin yabanci olan bir dil kullanarak tekrar konusmayi denedik ve farkettik ki bizim iletisim kurabilecegimiz en iyi dil ikimize de yabanci olan baska bir dil, almanca!
 
Yunanistan'dan gelmis, ama Almanya dogumluymus. En az iki ayda bir gelirmis Istanbul'a, hayali burada yasamakmis. Ilk defa birisiyle boyle konusma imkani bulmus. Turklerle iletisim kurmakta zorlaniyormus. Bildigi cok turkce kelime olmasina ve turkceyi ogrenmek icin kisa da olsa kurslara gitmesine ragmen pek konusamiyormus. Fakat ne guzel olurmus ogrense, nasil da istermis.

Eldeki kalemler yazmayi birakinca, vatmandan aceleyle bir kalem istenmis ve kisacik tramvay yolculugunda, aceleyle bulunan bir parca kagida karsilikli telefonlar, emailler yazilmis, bir dahaki Istanbul ziyaretinde birlikte gezmek ve sohbet etmek icin anlasilmis...

Demin, Yunanistan'da yasayan, tramvay duraginda buldugum arkadasim mesaj atti, sonunu turkce "iyi uykular" diye bitirerek. 

En ilginci, bu karsilasmadan 4 saniye once duragin arkasinda duran gazeteciye dogru yonelmis, die Zeit gazetesini gormus ve ne yapsam da almancami kuflendirmesem, diye dusunmustum.

(Haftasonuna kurtce muzikle girelim oyleyse. Bir burada, iki surada)

Salı, Mart 24, 2009

Vaka-i Ekmekcikiz

Dun, sonunda Ekmekcikiz ile bulustum. Kendisinin de blogunda anlattigi gibi, bizim bulusamamamizin tarihi bir hayli cetrefilli ve komik (Talisman Hanim, pek gulmustunuz o vakitler olanlara, hic unutmadim, icimde bir sizidir!:)

Gorusmemiz pek guzel gecti, benim birazcik (!) gec kalmami saymazsak. Hem zamani unutmamdan hem de gecikmis olmamdan dolayi, sonrasinda gorusmek istedigim arkadasimi yaklasik bir bucuk saat beklettim ve hafif bir fircami da yedim. Bu da benim serefimdir.

Sanirim hic suskunluk arasi vermeden bidi bidi konusup durduk surekli ve simdi dusunuyorum da daha konusacak bir suru sey varmis. 
Dun Ekmekcihanim ile konustugumuz gibi, su blog alemi pek ilginc. Oyle internette, orada burada chat yaptigin biriyle karsilasmaya benzemiyor bir blogger arkadasinla karsilasman. Hic yabancilik cekmeye, telaslanmaya, supheci olmaya gerek kalmiyor. Huyunu, suyunu cok iyi bildigin bir arkadasinla bulusuyormussun gibi oluyor. 

Ben de cok memnun oldum efendim gorustugumuze. Kisa vakitte tekrar gorusuruz umarim.

Cumartesi, Mart 21, 2009

21 Mart 2009

Sabahin karanliginda ciktigimiz dagda, önümüzdeki 30-40 bas koyundan olusan bir sürüyle yürüyoruz. Mese agaclariyla dolu bir orman. Agac var, toprak var gorunurde sadece, ama öyle cok kesfedecek, ilginc seyler de var ki... 

Cocuguz hepimiz, ben en fazla 10 yasindayim. Kuzenim belki 15 yasinda. Biz olmasak, tüm günü tek basina o dagda sürüyü otlatarak geciren bir kiz. Halen aklimda kalan ve bildigim en özel bilgilerden olan koyun güdecek sopa yapimini ondan, orada ögreniyorum. Kirik bir cam parcasiyla sopayi pürüzsüz ve parlak yapmayi da. 

Orasi yayla, cok az ev var. Ama en güzeli halamlarin evi. Tavanin, duvarlarin, hatta oturdugumuz sedirlerin, bana devasa gelen ahsap sutunlardan olustugu bir ev. Kilimler, duvar halilari dolu her yerde. Her sabah erkenden, kendi yaptiklari islatilmis süpürgeyle süpürülen, neredeyse betonlasmis toprak bir avlusu var. 

Avluda, tahta bir sandalyede oturup, hep ceketinin cebinde tasidigi ayna ve cimbiziyla kulaginin, burnunun üstündeki killari temizleyen, güleryüzlü enistem var. Dedem gibi, ona su ikram ettikce ardi arkasi gelmeyen güzel sözler soyleyip, bal tadi gelen soguk suyu öven enistem.

Sonra, annem ve babam geliyor. Galiba yaz tatili bitiyor da bizi almaya geliyorlar. 
Aksam sofra kuruluyor, belki icki de iciliyor. Babam saz caliyor, türkü söylüyor. Annem de en sevdigi türküye eslik ediyor sofrada, ayrilik hasreti kar etti cana, seher yeli sevdigimden bir haber...

Bir zaman sonra, biri, bir sebeple vuruyor evin babayigit oglunu. Halamlar, olayin, acilarini daha da buyutecek bir kan davasina dönüsmesinden korkup, mali mülkü birakip, büyük sehre göcüyorlar. O guzel ev yok artik ya da harabesi duruyordur.

Perşembe, Mart 19, 2009

Bir taş atılırsa...

Bir tas atilirsa, bu cezalandirilmasi gereken bir davranistir. Bin tas birden atilirsa, bu politik bir eylemdir. Bir otomobil atese verilirse, bu cezalandirilmasi gereken bir davranistir, yuzlerce otomobil atese verilirse, bu politik bir eylemdir. 
Protesto, bana neyin yanlis geldigini soylememdir. Direnis ise, benim icin yanlis olanin tekrar vuku bulmamasini saglamamdir.*

Dun "Der Baader-Meinhof Komplex" filmini izledim. Filmde anlatilan Alman Kizil Ordu Fraksiyonu (RAF) hakkinda fikir sahibi olmak isteyenler suraya bakabilir.

Cok aci son bulan bir suru hayat vardi filmde. Gerci gunumuze oyle uzak ki artik bu hikayeler, inanip kendini vermeler, verenlerin arkasinda durmalar... Fakat terorist gruplar (gruptan gruba yol gider) hep bu nedenle urkutur iktidari, cunku hicbir zaman bu ihtimal, halklarin onlarin pesine takilip gitmesi ihtimali silinemez. O yuzden tek cozum, onlari tamamen yok etmektir. Hep oyle olmus. 

Cok guzel bir film, fikrimi ciddiye alan varsa eger izlemenizi tavsiye ederim. Hic olmadi, Andreas Baader rolunde Moritz Bleibtreu gormek icin bile izlenir. 

*Ulrike Meinhof

Pazartesi, Mart 16, 2009

Medeniyet Yolunda - DERS 1


Uzundur dusunur dururum, memleketime, halkima ne gibi bir faydam olabilir, diye. Sonuc olarak avrupa gormus insanim. Avrupa'da gordugum medeniyeti vatanima getirmeyeceksem, halkimi islah etmeyeceksem, ben ne demeye okudum, tahsil gordum? Degil mi vatandaslarim? (yoldas, arkadas, gardas seklinde kullaniyorum bu kelimeyi burada, yoksa politikaci dili degildir tercihim)

Evet, boyleyken boyle diye dusundum ve duzenli olarak blogumdan vatandaslarima medeniyet egitimi dersleri vermeye karar verdim. Medeni bir insan nasil oturur kalkardan tutun da sosyal ve is  iliskilerine degin varacak bu egitim yolculugumuz. Allah bana guc kuvvet verdikce, bu derslerime devam edecegim insallah. 

Simdi, ilk dersimize baslayalim.

CEVAP VERMEK

Efendim, ben yaban ellerde, tek disi kalmis canavarlarin memleketinde sunu gordum; insanlar, kurumlar, firmalar, ogretmen vs. bir soruya, bir girisime makul bir vakit icerisinde cevap verirler. 

Daha iyi anlamaniz icin yapmamaniz gerekenleri cumlenizin tecrube ettigi orneklerle dile getirecegim. 

Temsil misal, bir adam sizi adam sandi da herhangi bir konudaki bilginize (insan yaniliyor iste) ihtiyac duydu ve sizi telefonla aradi yahut cagimizin nimetlerini kullanip email yazdi. Bunun karsiliginda yapmaniz gereken sudur; oncelikle o kisiye bir karsilik verip, talebini, istegini alip, anladiginizi (burada yalan soyleyeceksiniz ama bu pembe yalan, gunah yazilmaz.) bildirip, sizi adam yerine koydugu icin tesekkur ediniz ve en kisa vakitte ihtiyaci olan bilgileri ona ulastiracaginizi soyleyiniz. O bilgilere sahip degilseniz, ki bu yuksek ihtimal, onu baska birine yonlendiriniz. Bu sizi kucultmez, bilhakis halen adam sanilirsiniz.

Veyahut, bir insan evladi, sizin firmanizi firma yerine koydu da is basvurusu yapti. Ki siz de biliyorsunuz ki, onun sigortasini yaptirmayi birakin, uc kurusa calistirmaktan baska hicbir sey vaat eden bir firma degilsiniz. Ama cesur insan evladi yine yanilmis ve size basvurmus. Bu noktada da bu yanlis anlamayi bozmamak icin, adama geri donup, oldu veya olmadi ya da karar vermek icin su kadar zamana ihtiyacimiz var deyin. Ve o zaman sonunda da kararinizi bildirin.

Ha, bunlari yaparken sakin kendinizi bir lutufta bulunuyor gibi hissetmeyin, bu sizin goreviniz, bulundugunuz yerin zorunlulugu, Allah'tan, cinlerden, kotu ruhlardan, babanin/ananin yaptigi gunahi oglu/kizi da ceker inancindan korkun hic olmadi. 
Vaktim yoktu, firsatim olmadi yalanini kendinize saklayin. Surada biz bizeyiz ve biliyoruz ki, sizin vaktinizin cogu internette gazete okumak, kizlarin fotografina bakmak (iki cins icin de gecerli bu), burnunuzu karistirmak, kredi karti borcunuzu hesaplamak, cevrenizdeki insanlara kendinizi nasil ispat edeceginizi dusunmekle ve fotograflarda gordugunuz kizlarin sacini basini nasil taklit edip, ona benzeyeceginizi (bu asla mumkun degil bir defa, unutun) hayal etmekle geciyor. 

Tam anlamayanlar, tekrar okusun dersimizi ve sorusu olanlar yazsin. Cevap veririm. Medeniyet gormus insanim.

Derslerimiz su an verdigim kararla her pazartesi aksaminda (niyet boyle fakat ben de sizler gibi kendini islah etmeye calisan bir mahlukum) yayinda olacaktir. Mumkunse kendinize bir defter edinin ve guzel guzel not edin. Gerci bu da bir medeniyet gostergesi ve o dersi halen islemediniz. En iyisi simdilik aklinizda tutun herseyi.

Ha, derslerimizde her daim hosgoru sahibi olun.  Malum, memleketimiz hosgorusu, misafirperverligi ve lokumuyla unludur. 

Dökme zülüflerin kaşın üstüne

Son bir haftadir hizmet sektorunde calismaktayim. 
Evde, gece gunduz bir yarisma icin calisan S. ve kamp arkadaslarinin yemek, temizlik ve her turlu ihtiyac destekcisiyim. 

Hazir destek, ihtiyac ve hizmet demisken 14 Martta baslayan ve 9 gun surecek olan Acik Radyo dinleyici destek projesi ozel yayinlarini da kacirmamanizi tavsiye ederim. 


Perşembe, Mart 12, 2009

The Sheltering Sky - Çölde Çay

Gecen gece, baslikta adi yazan filmi izledim. Epey bir zaman once, Almanya'ya ilk gittigim yillarda, bulundugum sehrin kutuphanesine dadanmis ve oradaki Turkce kitaplarin arasinda bulmustum bu filmin kitabini. Ne hikmetse oradaki kutuphanede bulup okudugum kitaplar halen en sevdigim kitaplar listesinde yeralanlar arasindadir. Kim yaptiysa, kutuphaneye alinacak turkce kitap secimini, kesin isten anlayan, akli basinda birisiymis. 

Kitap Paul Bowles'a ait. Film Bertolucci'nin. Belki ustunden uzun zaman gectigindendir ama kitap ve film bambaska hisler verdi bana. Kitap sanki mistik bir dunyada gezinirken, filmde ayaklar yere daha fazla basiyordu. Kitapta kahramanlarimiz Kit ve Port arasindaki sevgi beni cok carpmaz iken, filmde karsi konulamayacak kadar hissediliyordu. Ve Port'un  olumu... Kitabi okurken o sahne beni pek duygulandirmamisti ama filmi izlerken dayanamayip agladim. Cok etkileyici idi. Ayrica, yazarimiz Paul Bowles'da filmin bazi yerlerinde gorunup, baba baba laflar ediyor.

Ve Malkovich harika oynuyor. Muhtesem Bertolucci goruntulerini soylemeye bile gerek yok, hele onlar afrika collerindense. Ha, filmin muzikleri de pek guzeldi.

Salı, Mart 10, 2009

Hayat, yanina ayran ve tursu yakisan mercimekli kofte gibi olsa

Netekim sali pazarina gidemedim. Yagmur bir dakika bile boynunu bukup, durmadigindan dolayi!  Yine, heves ettigim bir seyi yapamamaktan dolayi mutsuz gecirdim ogleden sonrami. S. umutsuzlugun dibine vurmus ruh halimi biraz degistirir belki diye (sanirim) tum isini gucunu birakip, Edgar Allan Poe'dan iki kisa hikaye okudu bana. Birisi "Kuyu ve Sarkac" idi. Engizisyon mahkemesi tarafindan mahkum edilen birinin, infazini beklerken, tum kosullara ragmen icindeki kurtulus umudunu ve cabasini cok cok guzel anlatiyordu. Ki sonu hic fena bitmedi. 

Fakat bahsi gecen umut gelip benim basucuma konmadi bu hikayeden sonra. Madem oyle iste boyle deyip, markete gidip yesil sogan aldim ve mercimekli kofte yaptim. Yanina ayran ve kendi yapimim lahana tursusuyla yedim.

Sali pazari

Bugun sali pazarina gidecegim kismetse. Niyetliyim. Fakat yanima yoldas bulamadim. S. herzamanki gibi calismali! Zaten onunla zevkli olmaz pazar. Ben avare avare gezemem o varken. Biraz aceleci olmak, eve donup calismak gerek, deyip durur. Hava da hic pazara gitme havasi degil sansima. Ayrica pazarin yeni yeri (aralik ayindan beri sali pazari yeni bir yere tasindi) nerede onu da bilmiyorum. Eski pazar yerinin oralardan yeni yere giden servis varmis sanirim. Bakalim. Umarim bulurum. 

Pazara gitmeyi cok seviyorum. O yuzden bugun keyifle uyandim. 
Donunce anlatirim nasil gectigini.

Perşembe, Mart 05, 2009

Dun gecenin ruyalari

Bir denizdeyim. Ama sanki nehir gibi de. Kenardan kenardan bogazima kadar gelen sularin icinden yuruyorum. Elimde bir seyler var. Sanki koca bir deniz yatagi. Kilifi var. Icini bosaltip kilifini aliyorum yanima. 

Sonra evdeyim. Almanya'da, teyzemin evinde. Ucagim kalkacak, Turkiye'ye gelecegim. Vakit daralmis ama benim valizim hazir degil halen. Sigmayan bir seyler, unutulan bir seyler var hep. Daha deniz yataginin koca kilifi sigacak valize. Telasliyim. Sanki biraz da buruk kalbim.

Uzun bir yoldayim. Koca binalarin arasindan asmisim, gelmisim, daha da yolum var. kucaginda kizi olan bir baba var yolda. Bir sure, bulamadigim yolumu tarif ediyorlar bana. Benimle birlikte yuruyorlar. sonra baska yone dogru ayriliyor onlar. Tamam, yolun devamini ben bulurum diyorum onlara ama aslinda icimde korku da var, ya geri kalan yolu bulamazsam, diye.

Salı, Mart 03, 2009

Bu ilk miydi bebegim?

Dunden itibaren gozum acildi. Ilk defa dun okumaya basladigim Ihsan Oktay Anar'in Suskunlar'ini merakla ve hizla okuyorum. Kendime geldigimden beri evdeki diger hastaya bakmak ve mutfak isleriyle ugrasmakla mesgulum. Demin, firindan yeni cikan havuclu, zencefilli, cevizli, kuru kayisili kekimi yaninda mis gibi birer bardak cayla servis ettim. Evde S.'nin arkadaslari var. Yine bir yarismaya hazirlaniyorlar. Sonu malum! Onlar calisadursun, ben cayimi tazeleyip, koseme cekileyim ve Suskunlar'i okuyayim.


Pazar, Mart 01, 2009

Ferit, beni eve götür

Bir haftadir fena halde hastaydim. Bugun biraz kendime geldim. Hafta boyunca her ayaga kalkisimda baslikta yazan replik geldi aklima. Ince hastaligin pencesinde kivranan guzel Selma, ayri dunyalarin insani olan yasak aski Ferit ile deniz kenarinda ufak ufak yururler ve birden Selma'nin hastalikli gozleri devrilir, ayaginda derman kalmaz, sadece "Ferit beni eve gotur" kelimeleri dokulur, hasta titrek dudaklarindan.