Perşembe, Kasım 30, 2006

Nesquik Nutellayi döver

Sabahlari cok susamis olarak uyaniyorum ama ac karinla su icmek de bazen midemi bulandiriyor. Eskiden, cok eskiden sabah uyanir uyanmaz ac karinla buz gibi bir kutu kola icmeye alistirmistim kendimi. Bir kac ay böyle devam etti ve beni nasil da güzel rahatlatiyordu o soguk kola. Ama sonra sonra, bu benim midemi oyar bee dedim ve kestim icmeyi. Simdilerde sabah susuzlugumu bir bardak bol nesquikli soguk süt ile gideriyorum. Zaten nesquik olmadan sütü de icemem. Kücükken de cok süt icirmemisler bana. Bir defasinda disci dislerime bakip da, cok saglikli olmadiklarini görünce, baban malzemeden calmis demisti, aynen de öyle olmus.

Halen uyku problemim devam etmekte. Son bir haftadir sürekli uyanip duruyorum geceleri ve uyanir uyanmaz cin gibiyim. Gözlerim daha da yorgun bu yüzden. Gecen gün gözlerim icin bir sprey aldim. Göz kurulugunu önleyip, kasinmayi giderip, gözü rahatlatiyormus. Iki gündür kullaniyordum, ilk baslarda yakiyordu gözümü ama iyi geldi gibi. Dün is yerinde staj yapan kücük arkadasin da gözleri cok yaniyordu, ona da verdim, o da sikti gözlerine ve iyi geldi dedi. Fakaaat, ben bugün bilincli kullanici olayim dedim ve su spreyin nasil kullanildigini okudum ve gördüm ki sprey gözün icine degil, gözü kapattiktan sonra üstüne sikilacakmis :) Ah ah ben bu kafayla.

Salı, Kasım 28, 2006

Bir alman

Carl von Ossietzky, Nazilere karsi direnisin sembolü.

1889 da Hamburg`da dogar ve 2 yasindayken babasini kaybeder, bir teyzesiyle yasamaya baslar. Okul hayati pek basarili degildir ve 1907 de Hamburg sulh mahkemesinde yardimci yazici olarak calismaya baslar. 1908 yilinda Alman Demokrasi ve Baris Birligine üye olur. 1911 yilinda "Özgür Halk" gazetesinde calismaya baslar ve 1926 dan itibaren "Weltbühne" dergisinin sef editörü olur ve orada yayinlanan yazilarindan dolayi defalarca yargilanir. 1931 yilinda gizli silahlanma ile ilgili yazdigi bir yazisi ülkesine ihanet ettigi gerekcesiyle 18 ay hapis cezasina carptirilir. Avukati disinda, Thomas Mann ve Albert Einstein`in cabalari da cezasinin iptal edilmesini saglayamaz. 22 Aralik 1932 de sartli tahliye edilir Ossietzky.

Tekrar Weltbühne`de yazmaya baslar, fakat 1933 de dergisi yasaklanacaktir. Arkadaslarinin yurt disina kacmasi yönündeki ögütlerini herzaman reddeder. 28 Subatdaki "Reichstag " kundaklamasinin ardindan gestapolar tarafindan yakalanir ve toplama kampina gönderilir. Oldukca agir sartlar altinda yasamak ve gördügü fiziksel baskidan dolayi defalarca hapishane arkadaslari tarafindan hayata döndürülen Ossietzky`e 1936 yilinda tüberküloz teshisi konulur. Ve ayni yilin kasim ayinda aciklanan nobel baris ödülü Ossietzky`nindir. Adolf Hitler ödülü almak icin Oslo`ya gitmesine izin vermez ve tören onsuz gerceklesir. Nobel artik tüm almanlar icin yasaklanmis, onun yerine hitler baska bir ödül koymustur.

4 mayis 1938 de agir kosullarda yasamak ve tüberkülozdan dolayi hayatini kaybeder Ossietzky. kasitli olarak tüberküloz bulastirilmis olacagi ise herzaman bir süphe olarak kalmistir.

Simdi Ossietzky`nin adina okullar, üniversiteler ve ödüller var Almanya da. Oswald Andrea`nin yazdigi ve daha sonra sarkilastirilan bir siir var, "Mahkum No: 562" bu Ossietzky`nin yillarca gögsünde tasidigi numara. Siirin bir kismini asagida türkceye cevirdim. Sarkiyi dinledim, biraz cocuk sarkisi gibi, ki cocuklar icin yazilmis zaten.


Bir defa binin yarisi
ve bes defa düzine
ve iki defa bir
Cocuk, cocugum,
topla simdi bunlari.
ve buldun sayiyi
ki ben onu kastediyorum
.....

Bir numaraydi.
sadece bir numara.
bircogundan yalniz birisiydi.
Numaralar, okadar cok ki
insanlarin ceketlerinin üstünde.
iste ben onu kastediyorum

....

O, haksizliga karsi savasti
cocugum,
unutma bunu.
Uyanik ol, birseyler yap özgürlük icin.
yoksa bir hic,
bu kelime tek basina.

Cumartesi, Kasım 25, 2006

Iste pastam

Evet, bugün dogum günümdü. Öyle özel bir eglence ya da kutlama yapmadim. Sadece bir pasta hazirlayip teyzeme gittim. Diger teyzem, dayilarim, kuzenlerimin hepsi oradaydi ve cok iyi oldu bu. O koca pastayi keyifle yiyecek cocuklar vardi en azindan. herkes pastayi cok begendi. Dün geceden beri nasil bir pasta yapsam diye arastirip durdum ve sonunda tamamen uydurma bisey cikardim ortaya. Ama mutlaka ki gezdigim yerlerden farkinda olmasam da birseyler eklemisimdir. Internette pasta tarifi yazan tüm sayfalara tesekkürler :)

Sabah uyanir uyanmaz ablamin hediyelerini gördüm. Cok güzellerdi. O ciceklerin üstündeki sirin iki figür de onun hediyelerinden biri. Pasta icin malzeme alisverisi yapip eve geldigimde kapi caldi. Kapida elinde cicekle bir kadin vardi. Sevgilim bana cicek göndermis! Hic beklemiyordum. Taa oralardan... Cook mutlu oldum. Ama esas ilginc hediyem teyzemlerin aldigiydi. 12 kisilik catal bicak takimi!!! Gecen haftasonu, teyzemlere, annemle konusmamizi ve annemin bana, artik ceyizini hazirla seni bu yaz evlendirecegim dedigini anlatip gülmüstüm. E annemin kardesleri de ayni kafadaymis, aldiklari hediyeye bakilirsa :) Ama cok begendim takimi. Ayrica kuzu kuzu annemin sözüne de gelmisim galiba ki, alma gibi bir planim vardi biraz bulanik da olsa. Gerci yok daha, yok yok, hic bir söze gelmedim. Bakalim, dursun onlar... lazim olurlar elbet.

Cuma, Kasım 24, 2006

Anneee, yemeden yana hic sorunum yok!

Keyfimiz yok, yapacak isimiz cok ama masallah yemeden yana sikintimiz yok. Istahim yine iyi acildi bu siralar. Eve girer girmez yapmak istedigim ilk is yemek hazirlamak ve doyasiya yemek. Yapmam gereken esas isleri yapmamam icin iyi oyaliyor nasil olsa beni bu mutfak isleri. Fotograftaki de gecen gün yaptigim acem pilavi. Lezzeti oldukca güzeldi. Yaparim ben bunu ara ara artik.

Yarin, cumartesi benim dogumgünüm. Kendi pastami yapmak istiyorum. Teyzem sagolsun bana iki hafta önce, tarihi karistirip bir dogumgünü pastasi almisti. E bir daha da bekleyemem sanirim kadindan. Siteleri karistiriyorum simdi, ne yapabilirim diye. Henüz karar veremedim. Söyle satafatli süslü bir sey olsun istiyorum. Eger güzel olursa fotografini koyarim pastanin.

Yumurta Festivali

Dün aksam kentimizdeki film festivalini ziyaret ettik. gecenlerde tesadüfen yolda rastladigim, eski almanca partnerim Markus`la. Festivalde bir de Türk filmi yarisiyor, Reha Erdem`in Bes Vakit`i. Hatta bizim film baslamadan, Bes Vakit`in gösterimi varmis ve biz salona girerken film hakkinda konusma yapiliyordu. Alman sunucu, Nuri Bilge Ceylan`in Uzak filmi ile ilgili biseyler soruyor, anlatiyordu. Bir de türk konusmaci vardi, galiba oyunca falandi. taniyamadim.

Ben istemeye istemeye, Markus`a söz vermis oldugumdan dolayi gittim sinemaya. Bu siralar cok ciddi bir sekilde yapmam gerekenler var. Sallamadan, savsaklamadan. Iste bu sebepledir ki, kolumu bile kipirdatma istegim yok. Cocukken sofrayi kurmam gerektiginde, karnima bir agri girmesi ve o sebepten kanepede kivranmam gibi bir sey. Yani karnim gercekten mi agriyor yoksa sofra kurma isiyle ugrasmak istemedigimden ben mi uyduruyorum bunu bilemiyorum. Ama bildigim, ben böyle durdukca, yapmam gerekenler daha da birikiyor ve yumurta cok fena yaklasti.

Çarşamba, Kasım 22, 2006

Okul Meselesi

Iki gündür yine bu okul islerine gömüldüm. Gömüldükce de kafam iyice karisti ve icinden cikamaz oldum. Istedigim master programlari ta ülkenin bilmem neresinde ya da oraya girmem icin yüklü bir paraya sahip olmam gerekiyor. Ya da öyle bir dosya istiyor ki benden, benim hic sahip olamadigim cinsten. Ve bu arastirma süreci beni tam bir sapsal yapti. Kendimi mesleki anlamda cok eksik, beceriksiz, hic bir pariltisi olmayan biri gibi hissediyorum. Neredeyse bazilarina basvurmaya cekinir bile oldum. Kendini yetersiz hissetmek ne kötü bisey. Bunu öyle bunaldim falan diye hissetmiyorum. Eksiklerimi cok net gördügümden. belki bir önceki yazimdaki Halit Ayarci gibi baksaydim duruma farkli olurdu. Ama burasi avrupa zaten. Halit Ayarci mantigini burada kimseye yutturamama ihtimalim de yüksek.

Pazar, Kasım 19, 2006

Halit Ayarci

Gectigimiz günlerde Ahmet Hamdi Tanpinar`in "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nü okudum. Tanpinar`la bu kadar gec tanisan her türk vatandasinin yasayabilecegi saskinligi yasadim. Gercekten hic beklemiyordum böyle bir kitap. Tanpinar`i cok sik duyuyordum, okuma zevkine ve bilgisine güvendigim bazi kisilerden. Özellikle S. onunla ilgili bir makale yazmak istedigini söylüyordu onceleri (halen öyle bir plani var sanirim). Yakin günlerde, Orhan Pamuk`un Nobel ödülü almasiyla ilgili yorumlarda da adina cok defa rastlamistim Tanpinar`in.
Tanpinar`i okuyunca sanki Orhan Pamuk, Oguz Atay gibi sevdigim yazarlarin kitaplarindaki bazi taslar daha net oturdu yerine. (bu arada bir de Henry Miller`i hatirlatti bana Tanpinar-bunun sebebini tam cözemedim ama S. bana aciklar belki.)

Bir ülkenin her alandaki tarihinin izlerini günlük yasantida görebiliyor insan. Mimarlik tarihinin, edebiyat tarihinin, müzik tarihinin... Strassburg` a gittigimizde özellik bunu cok hissetmistim. O kentte dogan bir cocuk olmak, o sokaklardan gecerek okula gitmek, o kanalin kenarinda ilk defa asik oldugunu hissetmek ya da o binalara bakarak hayal kurmak... eminim arti on puanla hayata baslamak gibi bir sey. Ince bir estetik zevkiyle donatilmis bir kentin cocugu olmak.

Ben ne öyle bir kültürden ne de öyle bir aile egitiminden geliyorum. Yaptigim her seyde de bu incelikten yoksunlugum ve bastan savmaligim hissedilir. Bu elbette ki yaptigin seye inanmakla da alakali ama hem özen eksikligi hem de daha mükemmelini yapmak istemek... ikisi de birbirinin zitti fikirler. Tam da cagimin hastalikli genclerinden birisiyim galiba.

Tanpinar`in kitabinda, Halit Ayarci ile Hayri Irdal arasinda gecen asagida yazacagim dialog oldukca acikca gösteriyor sanki, bu birbirine zit iki duyguyu.


...

Halit Ayarci yine cok terbiyeli bir sekilde esnedi:
-Yine ayni mesele... dedi. Daha dogrusu hep ayni mesele! Aziz dostum, siz sifa kabul etmez bir gayri memnunsunuz... Bu islerde bilmek ikinci derecede kalir. Yapmak vardir, sadece yapmak!..

Sonra kendi kendine konusur gibi ilave etti:
-Bilgi bizi geciktirir. Zaten ne sonu, ne de gayesi vardir. Mesele yapmak ve yaratmaktadir. Bilselerdi, bilselerdi... Fakat bilselerdi bunu yapamazlardi. Bu heyecana, bu icada, bu kendiliginden bulmaya erisemezlerdi. Bilgileri buna mani olurdu.

...


Bir yanda yaptigin ise inceligini, bilgini katmak gerektigini iddia eden biri, diger yanda bilginin seni yavaslattigina inanan biri.

Bir yanda da bu iki bakis acisina ayni bünyede sahip olan biri...

Çarşamba, Kasım 15, 2006

Dedem

Bizim köyümüzde bir tane ziyaret vardir. Kücükken her yaz köye gittigimizde mutlaka oraya gider, niyaz olurduk. o zamanlar hafiften midem bulanarak kücük odanin icindeki mezar tasinin basindan bir parca toprak alir agzima atar ve üstündeki yesil örtüyü öpe öpe etrafinda döner, agzimda, annemin tembihledigi sekilde, ailemi, kardeslerimi koru, hepimize zihin acikligi ver diye duamsi biseyler mirildanirdim. En iyisi orada uyumakti büyüklerimize göre, eger orada uyursak bize zarar verecek tüm kötülüklerden kurtulacagimizi söylerdi büyüklerimiz. Hele bir de üstünde defalarca oturulmus, toprak ve ugrayan her insanin kokusu sinmis hali ve minderlerin üstünde uyumayi basarip üstüne rüya da görebilmissen cok sevinirlerdi. Bu, bizim o ziyaretin de korumasiyla büyük adam olacagimiz anlamina gelirdi. Ama hic uyumadim orada ben. Gerci annem halen "siz oranin (o ziyaretin) cocuklarisiniz, onun sayesinde böyle, basiniza bir is gelmeden okuyup adam oldunuz " der.

Eskiden babaannem de biz, kücük torunlarini yanina alip, alakasiz zamanlarda, sebebini hic anlamadigim ziyaretler yaptirirdi bize oraya dogru. Aslinda hic de yakin degildir orasi bizim köydeki evimize ama biz neyse de babaannem o yasli haliyle oralara kadar nasil yürürdü simdi anlamakta zorluk cekiyorum.

Simdi babaannemin de dedemin de mezari o ziyaretin yanindaki mezarlikta. Halen arada bir birinin adagi ya da kurbani icin oraya gittigimizde, babaannemin hayattayken anneme cektirdigi tarifsiz iskencelerden dolayi pek de sicak olmayan duygularla yöneliriz onlarin mezarlarina dogru. Babaannem gercekten kötü bir kadindi. Hatta okadar kötüydü ki, ben ona benziyorum diye annem bile bana bu benim bir sucummus gibi yaklasmistir cogu zaman. Eminim bunu istemeden elinde olmadan yapmistir annem ama daha cok kücük bir kizken aglayarak anneme "neneme benziyorum diye beni sevmiyorsun biliyorum" dedigimi hatirliyorum. Hem de cok benziyormusum ona. Yine gectigimiz yillarda o ziyaretin bahcesinde cok yasli bir dede(babaannemin yasiti) beni görüp, aglamisti, ayni nenesi bu diye. Sanirim adami bir 50 yil öncesine götürdüm. Bu yaz da halam beni görünce agladi, sanki annemi gördüm dedi.

Ama benim dedem cok tatli bir dedeydi. Babaannemin kötü anisini unutmak icin onu da istemeden ailecek hafizamizdan biraz sildik belki. Ama o cok tatli bir dedeydi. Cok az sey hatirliyorum ona ait. En net hatirladigim ani, onu kel kafasindan gülerek öptügüm ve onun da bu hareketime cok gülüp beni öpüp, sevdigi. Babaanneme benzedigim icin beni cok sevdigini söylerler. Bir de dedem cok güzel kokardi. Ot kokardi, toprak kokardi, tütün kokardi ama hepsi de cok güzel kokardi onda. Kokusunu da cok net hatirliyorum. Bazen babam ya da amcam köyde, bahceden döndüklerinde biraz onun gibi kokarlar ama tam da öyle degil. Dün gece yine uyumak icin cirpinirken aklima dedem geldi. Meger onu ne kadar seyrek hatirliyormusum ben. Uyaninca onun sevdigi bir yemekten yapip, onun niyetine birilerine ikram edip yedireyim dedim. Ama bilmiyorum ki dedem ne severdi. Tek bildigim dedem suyu cok severdi. Hep beni cesmeye gönderirdi. hem de suyu daha güzel diye eve uzak olanina. O zamanlar ki yasima uygun, minicik bir kova alir elime, suya giderdim. Dedem bir tas su icer sonra da "aman da kizimin suyu ne güzelmis, icine seker katmis bunun" derdi. Ben de bir sonraki sefere daha bir hevesle giderdim cesmeye.

Salı, Kasım 14, 2006

Heidelberg

Gectigimiz pazar cok spontan bir Heidelberg gezisi yaptim. Aslinda pazar günü, yasadigim kente 2 haftaligina gelen sirke gitmekti planim ama bu plani önceden sundugum hic kimsede pazar gününe kadar heyecan ve heves kalmadi. Bizi sirk izlemekten bunalttigi icin tüm suc TRT`deymis!. Bu, iki gün icinde heves kaybi yasayip, pazar aktivitemizi hic planda olmayan Heidelberg gezisine ceviren bir arkadasimin savunmasi. E pek de haksiz degil. Ben de sanirim kendimi biraz zorlama bir heyecana kaptirmistim ki, bu istegimde israrci olamadim. Elbette sirk delisi falan degilim hatta görmesem aklima bile gelmez (öyle kocaman bir cadirlari var ki, her sabah ise giderken görüyorum) ama yine de bu tarz performanslari, firsatini bulunca canli izlemenin cok degisik bir deneyim olacagini düsünüyorum.

Ögleden sonra üc gibi Heidelberg`deydik. Elbetteki cok güzel, hatta hava kararirken, eski köprünün tam ortasinda durup, bir o tarafa bir bu tarafa bakarak sehri degisik acilardan izlemek, acaba nehrin kenarindaki hangi ev benim olsa diye hayal kurmak bile büyüleyici ama hepsinden önemlisi, ben bu geziyle birlikte canimi oldukca sikan iki problemimle tekrar yüzyüze geldim.

1. Yol yordam bilememek, bilsem de yola yordama girememek!
Daha önce bir kac defa gitmis olmama ragmen, degil herhangi belirgin bir yeri, sehrin merkezini bile bulamadim. Birlikte gittigim arkadasim daha önce hic gitmemisti Heidelberg`e ve kendiliginden, yolumuzu bulma isi benim basima kalmis gibiydi. Aslinda ben kendi kendime böyle bir kasilmaya girdim ve cok kasildim, hatta bir ara ter bile basti beni. Cünkü kendimi tam bir salak gibi hissettim. Bu duyguyu aslinda ben cok sik hissederim. Ama her seferinde de böyle canim sikilir. Bahsettigim, arkadasimin gözünde salak durumuna düsmek falan hic degil, tam tersi, kendi kendimi salak bulmak. Sonuc olarak; sans eseri ilk olarak tepedeki Saraya ciktik ve oradan kenti cok rahat görebildigimiz icin güzelce bir yer tespiti yaptik :)

2. Ne yemek yiyebiliriz? ama ben onu yemem, ben bunu yemem!!!
Bu da arada basima gelen bir dert. Su memleketin yemeklerini yiyemiyorum ben! En basit seylerine bile alisamadim halen. Et yemeklerini hele asla yiyemiyorum. Soslarindan nefret ediyorum. Hatta kokularina bile dayanamiyorum. Bu ikinci salakligim yüzünden (kesinlikle cok sacma bisey ya, bu sorunumu en kisa sürede cözmem lazim) güzelim Heidelberg aksamini ayni caddede bir kac defa turlayip benim de yemek yiyebilecegim bir yer arayarak, cok hos restaurantlarin önünden boynumu büküp gecerek ve sonunda bir dönerciye oturarak bitirdim. Ne hos degil mi? onca güzel secenek icinden ben Pide yemeyi sectim. :(

Not: bir sonraki gezimizde yanima icini evde pisirdigim mis gibi yemeklerle doldurdugum sefer tasi almaya karar verdim :)

Cuma, Kasım 10, 2006

Dance with me

cuma aksami bugün. evde tek basimayim ben. bunun yerine yapabilecegim aktiviteler ise sunlardi ;
1-korodan arkadaslarin düzenledigi cigköfte partisine katilmak
2-uzun zamandir görmedigim ve aramadigim icin her seferinde sitem yedigim bir arkadasimi arayip, onunla görüsmek
3-teyzeme gitmek

birinci secenek, aklim biraz cigköfteye gitse de hemen elendi. ikincisi icin enerjim yoktu. ücüncüsünü nasil olsa haftasonu en az iki defa gerceklestirecegimden bugün bari gitmeyeyim de sonra gittigimde kiymetim olsun dedim.

En asagida linkini verdigim sarki ve ondan da cok oradaki 3 gencin dansi cok hosuma gidiyor son günlerde. ve bu yaziyi yazmaya baslamadan önce biraz calisma yaptim. actim görüntüyü. bir de kamerayi koydum karsima. ekranin bir yaninda onlar bir yaninda da ben görünüyorum. tabiki onlari taklit edecegim diye cirpinmaktan kendime pek bakamadim ama cok da zor degil yaptiklari. fakat siz bunu dedigime bakmayin, hic beceremedim onlar gibi dans etmeyi. Ama ben kendimi biliyorum bu gibi alanlarda , dans ve müzik olaylarinda cok fazla pratige ihtiyacim var benim, diger insanlara göre. sesime ve vücuduma istedigim gibi hakim olabilme yetim malesef ki pek gelismemis. Bunun tam tersi olmasini ne kadar cok isterdim. Hele sesimin güzel olmasini!!! rüya gibi... sarki söylemek... simdi de söyleyebilirim, illa ki insanlarin hayran oldugu bir sese sahip olmak gerekmiyor biliyorum bunu ama ben duydugumu sevmiyorum. dedim ya hakim olup yönetemiyorum sesimi. (yukarda bir korodan arkadaslar lafi gecti, onun üstüne bunlar ne demek oluyor degil mi? oluyor valla, ses olmasa da oluyor. bir türlü kopamadigim koro macerami da anlatirim bir baska sefere)

Keske simdi evde bir iki kisi olsa da birlikte su dansi biraz daha calissak.


http://www.youtube.com/watch?v=VHa-fEpMkJ0&mode=related&search=

Cuma, Kasım 03, 2006

Yeter artik!!!

yeter artik, biktim calismaktan. haftasonlari dahil calismaktan, igrenc, cirkin seyler üretmekten. kendi yaptigim ise midemin bulanmasindan, aptal insanlarla muhatap olmak zorunda kalmaktan, onlara saygi duyuyormusum gibi görünmeye calismaktan.

Yeter artik ama... ben ne vakit duracagim? esas bundan biktim. düsünüp düsünüp bir cikis yolu bulamamaktan. offff :(